Çanakkale muharebelerinde kumandanlık etmiş ve yaralanmış emekli bir subayın hatırası da şöyledir:
“Çanakkale harbinin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nispetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimizle neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin “ALLAH ALLAH” nidaları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.
Bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geri dönünce Ali Çavuşla karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıstırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından, aldığı bir isabetle hemen hemen kopacak hale gelmişti, Elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ızdırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:
“Şunu kesiver kumandanım” dedi.
Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki gayr-i ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım.
Çok geçmeden Ali Çavuş yalnız elini değil, vatan uğruna fani vücudunu feda etti. Gözlerini hayata yumarken de: “Vatan sağ olsun! Allah imandan ayırmasın!.. Canım vatana feda olsun!.. cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü haline gelmişti.”
Günlerdir boğazından bir şey geçmemiş, aç bir vaziyette vurulan Mehmetçiğe ekmek verdiklerinde, O Mehmetçik:
- Kardeşlerim şimdi benim bu ekmeği yemem uygun düşmez. Ben birazdan öleceğim için bu ekmek ziyan olmasın. Gavurla çarpışan bir arkadaş yesin de ona enerji olsun..” diyecek kadar yücelmişti. Bir başka Mehmetçik şehit düştüğü halde, huzur-u Rabbilalemine öylece varmak için katiyen elinden silahı bırakmıyor ve öylece gömülüyordu.
Bir diğeri, savaşırken gözünü kaybetmiş vaziyetteydi. Sahabe devrinde cihat ederken gözünden vurulan mücahide “Geri kal da tedavi ol” dendiğinde,
- “İki gözü olup da geriye bakmaktansa tek gözle ileri bakmayı tercih ederim. Bir kafada bir göz yeter…” diye gürleyerek savaşa devam eden Sahabe edasıyla, Mehmetçik şöyle diyordu:
- “Lütfen.. Üzülmeyin kumandanım, benim gözlerim göreceğini gördü.”
Bir hadiste de: “İki çeşit gözü ateş yakmaz. Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz” buyurulur.
Bir başkası kolunu kaybetmiş ve hastanede yatarken komutanına yazdığı mektupta duygusunu şöyle dile getiriyordu: “Sağ kolumu kaybettim. Ama zararı yok, sol kolumla da savaşırım. Ama beni üzen şey, yaramın kapanmadığı için cepheden uzak kalmışım…”
Bir başka Mehmetçik ciğerlerinden rahatsızlanmış bir durumda, hava değişimi verilerek memleketinde gönderilmek istenince, bu raporu verilerek memleketine gönderilmek istenince, bu raporu şiddetle reddederek cephede çarpışan arkadaşlarının yanına koşuyordu.
Mana ve ruh aleminde böylesine yücelmiş ve Rab’leri katında şahikalarda taçlanmış Mehmetçiklerden meydana gelen bir orduyu, dünyada hangi güç ve kuvvet durdurabilirdi acaba? Nitekim durduramadı da. İşte Çanakkale’de zaferi kazanan ruh da buydu.